The Time Machine Hakkında
Buluştukları bir akşam başarılı bir bilimadamı ve matematikçi olan Alexander (Guy Pearce)' ın bir hırsız tarafından yanlışlıkla sevgilisi öldürülür ve bütün hayatı değişir. Bir zaman makinası yapmak ve sevgilisi ile buluşma anına geri dönerek zamanın akışını değiştirmek ister, fakat işler planladığı gibi gitmez.
Bu tür filmlerde mantık belki öncelikli olmayabilir, ancak binlerce yıl sonra insanların hala İngilizce konuşması ve dilde en ufak bir değişiklik olmaması, filmin ne kadar yüzeysel olduğunu gösteriyor. Biz böyle bir şey yapsak, birçok kişi alay konusu yapardı, bundan eminim.
Özetle, film derinlikten yoksun bir yapımdı.
H.G. Wells'in eserinden uyarlanan bu film, apolitizm ve kilise karşıtlığı temalarını işliyor. Kitabı uzun zaman önce okuduğum için tüm detayları hatırlayamıyorum, ancak apolitizm karşıtlığı oldukça belirgindi. Kilise karşıtı bir tavır ise kitapta bu kadar belirgin değildi.
Filmde, ismi bilinmeyen mühendis karakteri, yazara saygı göstergesi olarak H.G. Wells adını almış. Kitapta da yer alan çift zamanlı anlatım tekniği, filmde ustalıkla kullanılmış. Hikayenin başında şimdiki zamanı görürken, geçmişi izliyoruz. Wells'in zaman yolculuğu yaptığını arkadaşlarına kanıtlama çabası, ana hikayeyi de destekliyor. Bu nedenle, filmin uzun açılış sekansı bile beni ekran başında tutmayı başardı; kitabı bildiğim halde merakla izledim.
Wells'in zaman makinesine binip geleceğe doğru yavaş yavaş ilerlediği ve değişimi gözlemlediği sahne etkileyiciydi. Kitabın yazıldığı 1895 yılında henüz I. ve II. Dünya Savaşları yaşanmamıştı. Ancak film, bu savaşlar, bombardıman uçakları ve nükleer bomba gibi unsurları ekleyerek hikayeyi zenginleştirmiş. Asıl hikaye, Wells'in 8000'li yıllara gitmesiyle başlıyor. Eloi adlı apolitik toplum sadece yiyip gülüyor; ağlamak, olumsuz düşünceler, çalışma, geçmiş ve gelecek yok. Ellerinde ses kayıtları ve kitaplar var ama ilgilenmiyorlar. Toplumda sadece genç insanlar var, bu da bizi Morlock'larla tanıştırıyor.
Filmin rasyonaliteye dönüş çağrısı ve kilise ile sorgusuz dini inanışlara karşı duruşu, Morlock'larla tanışmamızla başlıyor. Morlocklar, Eloi'leri karşılıksız besliyor ve sonra onları yer altındaki tapınaklarına alıyorlar. Tapınağa çağrı sireni, hipnotize olmuş Eloi'ler tarafından sorgusuz dinleniyor. Bu sirenin bomba sireni olması ve sürecin "all clear" olarak adlandırılması güzel bir detaydı. Wells, Eloi'lere ateşi, sorgulama yetisini ve isyanı öğreterek onları dini dogmalardan uzaklaştırmaya çalışıyor. Belki de bu, komünizm karşıtlığını bile içeriyor.
Film görsel olarak oldukça etkileyiciydi. Sadece, arka garajında makine icat eden bir mühendis olarak, makinesine neden işlemeler yaptığını sorguladım ve nükleer bomba sahnesindeki mini model kullanımı biraz göze batıyordu. Yine de, dönemine göre oldukça iyi görünüyor. Müzikler, dönem filmlerinin klişe bir yansıması olsa da keyif vericiydi. Bence oldukça başarılı bir uyarlama olmuş.
"Hepimizin zaman makineleri vardır öyle değil mi? Bizi geriye götürenler anılarımız; ileriye taşıyanlar da hayallerimiz."
H.G. Wells'in Zaman Makinesi kitabını geçenlerde yeni bitirdim. Kitabı okurken içindeki felsefeyi çok beğenmiştim. Kitapta insan türünden iki yeni tür çıkıyordu. Biri; zevk-ü sefa içinde yaşayan, güneşin ve hayatın tadını çıkaran zengin kesim; diğeri de bodrumlarda yaşayan, yer altı atölyelerinde ve madenlerde çalışan işçi kesimi. Kitap bu iki kesimin yüz binlerce yıl sonraki evrimini anlatıyordu.
Filmde ne var? Filmde, klişe bir aşk hikayesi ve Yüzüklerin Efendisi çakması Morlocklardan başka bir halt yok. Kitabın felsefesinden çok uzak. Bir de bir arkadaşın yorumunda da belirttiği gibi: "Al sevdiğin kadını git, geçmişte yaşa." Senaryo yazıyorsan bu tür salaklıklardan da kaçınacaksın... Aşkı ağızda sakız yapmış yılışık senaristler.