Melancholia Hakkında
Bir gezegenin Dünya'ya çarpmasına az kala, iki kız kardeş ilişkilerini yeniden gözden geçirmek zorunda kalacaklardır.
“Melancholia, dünyanın sonunda başlıyor.” diye nitelendiriyor filmi Lars Von Trier. “Filmin konusunun ne olduğunu söyleyebilirim ama nasıl ve niye yaptığımı söyleyemem. Böylece oturup filme kadar komplo teorileri kuracaksınız. Bir planım var ve bu planı asla anlamayacaksınız” diye de ekliyor üstüne.
Eğer hayatınızın son gecesi olduğunu bilseydiniz, o günü gerçekten keyifle geçirebilir miydiniz? Bence kimse kendini kandırmasın; en çok isteyen bile bunu başaramazdı. Justine’in dediği gibi;
"Bir şey biliyorum, dünya kötü. Kimse özlemeyecek."
Melankolinin getirdiği yıkımı hissetmek istiyorsanız, uzun zamandır gitmediğiniz eski mahallenize bir ziyaret yapın. Bir zamanlar bayram harçlığınızla leblebi tozu, torpil, kaymak külahı ve çatapat aldığınız bakkalın yerinde şimdi muhtemelen bir A101 ya da BİM olduğunu hayal edin. Eski aşklarınızı düşünün ve terk edildiğiniz sahile geri dönün... İşte böyle anlar, yıkımın ne demek olduğunu hissettirir. Yıkım, tam da böyle bir şeydir.
Justine’in hikayesi, melankolinin bir insanı nasıl tükettiğini gösteriyor. İster kendine bir köpek bul, ister tamamen hedonist bir yaşam sür, melankoliden kaçış yok. Bu duygu, Justine’i ve ailesini yiyip bitiriyor. Bu durum, Kierkegaard’ın absürd kavramının anlaşılmasıyla ilişkilendirilebilir. Hayatın anlamsızlığı ve boş çabalarla dolu olması, Justine’in melankolisini besliyor. "Hayat yok olacak ve kimse bunu umursamayacak." ifadesi, bu anlamsızlığın altını çiziyor.
Filmin ikinci kısmı ise ölümün kaçınılmazlığına odaklanıyor. Ölüm kesin ve farklı karakterlerin buna tepkileri gösteriliyor. Claire, Heidegger’in "gossip" kavramıyla, yani gereksiz anlam yüklemeleriyle ölüm farkındalığını bastırmaya çalışıyor. Gezegen yaklaşırken, Claire hala şarap içip durumu görmezden gelmeye çalışıyor. Claire’in kocası ise, Sisifos mitosunda eleştirilen bir birey olarak karşımıza çıkıyor. Ölümü ve absürdü kavramış ama pes ediyor, intiharı seçiyor.
Justine ise burada bir "dasein" karakteri olarak öne çıkıyor. Ölümün farkında ve bunu olgunlukla karşılıyor. Kendi ölümüyle yüzleşiyor, tıpkı Claire’in bulduğu makalenin başlığı gibi. Ancak bu "dasein" birey, sonunda "das Man"e açılıyor ve ona "sihirli çadır"ı, yani dini sunuyor. Çocuk, deneyimsiz ve kolay inanır olduğu için son sahnede ağlamıyor. Çünkü bir dini var ve bu dinin onu yok olmaktan kurtaracağına inanmış durumda. Claire’in çadıra sığınması ise çaresizliğin bir ifadesi. İnançlı birçok insan gibi, Claire de ihtimal üzerine oynuyor. Bu, dinin en umutsuz anlarda bile bir umut ışığı sunabileceğini gösteriyor. "İnanırsam kaybedecek bir şeyim yok ama inanmazsam kaybedebilirim" düşüncesi, bu çaresizliği yansıtıyor.
Bu yorum, filmin sunduğu derinliklerin sadece yüzeysel bir incelemesi. Altını kazıdıkça daha fazla anlam ve yorum bulunabilir. Film, Dogville kadar etkileyici olmasa da, yine de oldukça başarılı bir yapım.