Manderlay Hakkında
?Manderlay?, Amerika'nın güneyinde, tenha topraklarda bulunan bir çiftliğin garip hikayesini anlatıyor. Grace ve babası, 1933 senesinde yerleşecek uygun bir yer bulmak üzere Dogville kasabasından, güneye doğru yola çıkarlar. Tesadüfen Alabama eyaletinde yolları Manderlay adında bir çiftlik köyüne düşer. Grace, kapısı zincirli bu köyün içinde, kölelik neredeyse bir asır önce kaldırılmamış gibi yaşayan beyaz sahipler ve zenci kölelerle karşılaşır. Babası, başkalarının işine karışmamasını tavsiye etse de Grace, kendi gibilerin elinde eziyet çeken kölelere bir vicdan borcu olduğunu düşünür ve bu kasabayı er veya geç özgürleştirmek için çiftlikte kalmaya karar verir.
Dogville deneysel bir çalışmaydı. Gerçek mekanlar yerine dekorların kullanılması, buna rağmen kapı sesi gibi efektlerin eklenmesi, daha çok dizilerde veya filmlerin sadece başında kullanılan anlatıcının, filmin tamamına yayılması vs. izleyiciye alışık olmadığı bir atmosfer sunuyordu. Bu yönden zaten üzerine katacak bir şeyi yok.
Senaryoda ise başta bir saçmalık, bir çelişki söz konusu. Kısa bir süre önce yaşlısından bebeğine bir halkı helak eden Grace, muhtaç gördüğü ilk kasabada "Hah, artık gücüm var, bunlara yardım edeyim!" deyip aralarındaki buzları nispeten eritmeye başladığı babasına diklenmeye başlıyor. Daha düne kadar Dogville'de sana gangbang yapıyorlardı, insanlara bu kadar kolay güvenebilmeyi nasıl başardın?
Senaryodaki metaforlar bu sefer ilk filmdeki gibi derin değil, genele hitap eden, daha kolay anlaşılacak şekilde sunulmuş. Irkçılıktan yola çıkılıp aslında demokrasinin nasıl değerlendirilmesi gerektiği ele alınmış ki bu sadece Amerika'ya özgü bir şey değil. Tarihin her döneminde tartışma konusu olan nitelikli - nicelikli vatandaş unsuru, saatin kaç olması gerektiği metaforuyla güzel dile getirilmiş. "Çoğunluğun her dediği doğru mudur?" "Demokrasi nedir?" gibi sorular Antik Yunan filozofları tarafından bile tartışılmıştır ki ortaya konan düşünceler, geçerliliğini günümüzde bile koruyor denilebilir.
Oyunculuklara geldiğimizde ise Bryce Dallas Howard'ın işi zordu; çünkü sıfırdan bir Grace karakteri değil, Nicole Kidman'ın oluşturduğu Grace karakterini oynaması gerekiyordu ki malesef bu konuda yeterli olamadığı kanısındayım. Dogville'deki Grace birçok duygu değişimi yaşamıştı ve bunu yüzünden bütün vücuduna, konuşmasından gözyaşına kadar hissettiriyordu. Manderlay'daki Grace ise her durumda aynı donuk ifadede kalıyor. Şaşkınlığı da aynı, öfkeli yüzü de aynı.
William Dafoe ise kendinden beklenmeyecek şekilde kötü oynayarak şaşırtmayı başardı. İlk filmdeki James Caan'ın karakteri çok şey görmüş, bilmiş, yaşamış ve bunun verdiği ağırlığa sahipti. William Dafoe ise hayata yeni başlayan, olgunluğa erişememiş, ergen tavırlı bir karakteri oynamış. Yan karakterler ise ilk filmdeki kadar kendini gösterememiş, figürasyondan öteye gidememiş ki bunda da yine oyunculuktan ziyade senaryonun eksikliği söz konusu.
Çekilirse adı "Washington" olacak olan serinin üçüncü ve son filmi, sanırım bu ikinci filmin beklenen etkiyi yaratamamasından dolayı rafa kaldırıldı.