Magic in the Moonlight Hakkında
Woody Allen bizi bu sefer, 1920'lerin Güney Fransa'sında, psişik güçleri olan Sophie ile Stanley adında bir "İngiliz" arasındaki aşk serüvenine davet ediyor. Usta illüzyonist Stanley, çocukluk arkadaşı Howard Burkan ısrarlarıyla Catledge ailesini malikanelerinde ziyaret etmeyi kabul eder. Asıl amacı, buraya annesiyle beraber davet edilen genç medyum Sophie'yi gözlemlemektir. Zira hayatını, insanları sahte vaatlerle kandıran medyumların foyalarını ortaya çıkarmaya adamıştır. Fakat Sophie'nin güzelliğine ve cazibesine kapılmamak Stanley için hiç de basit olmayacaktır...
(Baştan uyarayım yorumda yönetmenin diğer filmleriyle ilgili spoilerımsı şeyler geçiyor olabilir.) 2013-2017 arası Woody külliyatında ilk kez birileri birilerini aldatmadı, birileri sinir krizi geçirmedi ve ilk defa karakterlerimizi mutlu bir şekilde uğurladık. Gerçi ucundan hipergamiye dokunmuş yine, hoşlandığı kişiye love bombing yapan (deyim yerindeyse ona tapan) ve her şeyi ayaklarına seren zengin çocuğu yerine olaylara sarkastik bir biçimde yaklaşan, karizmatik adam (doğal olarak) tercih ediliyor.
Howard'ın bütün bunları tertip ettiğini filmin başında tahmin etmiştim. Sophie'nin böyle bir yeteneği olmadığı malumdu ve Stanley hakkındaki bilgileri ona verebilecek tek kişi Howard'dı. Filmde en takıldığım nokta da bu oldu. Kızın yeteneği gerçek mi değil mi diye sokaktan rastgele bir adam bulacaktı Stanley, o zaman foyası meydana çıkardı.
Mantıksız Adam'la benzeşen yönleri vardı. Bu filmde de Stanley hayatta tutunacak bir dal buluyor ama devamı farklı bir şekilde seyrediyor. Stanley özüne dönse de yaşadıklarından bir ders çıkarıyor ve orta yoldan gidiyor, mutlu olmayı seçiyor. Hala o züppelikten kurtulabilmiş değil ama. (Evlenme teklifini yaparken bile kendini övüyor adam. :D) Ayrıca bu filmin içinde de bol bol felsefe var. Hepimiz hayatta tutunacak bir şeyler arayıp kendimizi kandırıyoruz, bu güzel bir şekilde yansıtılmış.
Sonlara doğru yapılan din (dua) sorgulaması yönü Cafe Society'yi, Bora Bora'nın adının sıkça zikredilmesi Wonder Wheel'i anımsattı.
Film biraz ağırdı, sonlara doğru daha da ağır aktı ama bir şekilde bitti işte. Renkler ve insana kendini sorgulatan upuzun diyaloglar tam Woody Allen'ın tarzını yansıtmış. İzlediğim için pişman değilim ama şimdiye kadar izlediğim Woody filmleri içinde beni en az etkileyen bu oldu. Evlenme teklifi de (ruh çağırma seansındaki gibi kabul ediyorsan bir kere vur demesi) tatlıydı. Emma Stone filme renk katmış, sözde medyumluk yaptığı sahnelerde çok güldüm, genel olarak tatlıydı.