Leatherheads Hakkında
Konusu, Amerikan profesyonel futbol liginin henüz yeni kurulmaya başlandığı 1925 yılında geçen filmin çekimleri Kuzey ve Güney Carolina’da gerçek mekanlarda yapılıyor.
George Clooney filmde takımını bar köşelerinden kalabalık stadyumlara taşımaya kararlı olan yakışıklı ve girişken ruhlu futbol kahramanı Dodge Connoly rolünü üstlendi. Takımın sponsorunu kaybetmesi üzerine futbol liginin çöküşün eşiğine geldiğini gören Dodge, ünlü bir kolej futbolu yıldızını kadroya katılması için ikna etmeyi başarır. Attığı bu son adımla can çekişmekte olan futbol sporunun yeniden ülke gündemine taşınacağını ümit etmektedir.
Takıma yeni katılan Carter Rutherford (John Krasinki), Amerika’nın harika çocuklarından birisidir. Aynı zamanda 1. Dünya Savaşında Alman askerlerini tek başına geri çekilmeye zorlayan bir savaş kahramanı olarak şöhret yapan Carter, futbol alanındaki eşi benzeri görülmemiş süratiyle ün yapmış yakışıklı bir sporcudur.
Takıma katılan yeni şampiyon her açıdan mükemmel gibi görünmektedir ama çabuk alevlenen kişilik yapısına sahip kadın gazeteci Lexie Littleton (Renee Zellweger) hiç de öyle düşünmez. Daha önce büyük gazetelerde çalışmış olan Lexie, Carter’ın savaş kahramanlığı öyküsünde birtakım boşluklar olduğundan kuşkulanmaktadır. Lexie bu boşlukları doldurmaya ve Carter’ın sırrını ne yapıp edip öğrenmeye kararlıdır. Öte yandan iki takım arkadaşı saha dışında birbirleriyle ciddi bir rekabete girmişlerdir.
Yeni kurulmakta olan profesyonel futbol liginin, bildiği ve sevdiği özgürlük ortamından çok uzaklaşmaya başladığını gören Dodge, bir yandan takım elemanlarını bir arada tutmaya çalışırken bir yandan da hayallerinin kızının gönlünü kazanmaya çalışır. Aşk ile futbolun şaşırtıcı şekilde birbirine benzediğini de keşfetmiştir.
Kadro çok iyi. Clooney, Dodge isimli yaşlı kurt bir Amerikan futbolu oyuncusunu canlandırıyor. Sponsorları desteğini geri çekince başka bir sponsor arıyor, bu sırada Carter ile yolları kesişiyor. (John Krasinski çok başarılı bir performans sergilemiş.) Carter gelince Dodge geri plana düşüyor, hareme yeni cariye geldiğini öğrenen Hürrem triplerine giriyor. Sonra öğreniyoruz ki Carter aslında kahraman değil, tesadüfen Almanları mağlup etmiş. Beyaz gömlek giyip basın açıklaması yapıyor, unutmayın ki bana hiçbir şey ol-maz diyor. Ama 'esas amca'mız her şeyi ortaya çıkarıyor, maçı da kazanıyor, kızı da kapıyor, günü kurtarıyor. Bana fazla klişe geldi, sevmedim. Yer yer yavan ilerliyor film, ama ''çok kötüü, leşş, izlemeyin'' de diyemem. Hatta bu tarz spor filmlerini ve Clooney abimizi seviyorsanız severek izlersiniz, bir kere şans verilebilecek bir film. Filmin atmosferi başarılıydı, 1920'lerin havasını veriyordu ve üstüne çok uğraşıldığı, emek isteyen bir prodüksiyon olduğu belliydi.
Bu sene En İyi Erkek Oyuncu dalında aday olan, bu vesileyle tanıdığım Jonathan Pryce de CC isimli cingöz bir menajeri canlandırıyor. Giderayak lafını da sokuyor.
Renee ters köşe yaparak sarsak birini değil de karizmatik bir gazeteciyi oynuyor bu sefer. Diyalogları başarılı yazılmış, ama tuhaf bir kadın. O yüzden bu rolü (Lexie Littleton) çok sevdiğimi söyleyemem.