Hereafter Hakkında
“Hereafter/Öteki Dünya” ölümlülüğün farklı şekillerde etkisini yaşayan üç kişinin hikayesini anlatıyor. George (Matt Damon) yaşam ötesiyle özel bir bağı olan Amerikalı bir işçidir. Dünyanın diğer ucunda, Fransız gazeteci Marie (Cécile de France) gerçekliğini sarsan bir ölümden dönme deneyimi yaşamıştır. Londra’daki küçük öğrenci Marcus (George McLaren ve Frankie McLaren) ise en yakın olduğu kişiyi kaybettiği için umutsuzca bazı cevaplara ihtiyaç duymaktadır. Her biri gerçeğin peşindeyken hayatları kesişecek, ve yaşamdan sonra neyin olduğuna dair inandıkları (ya da inanmak zorunda oldukları) şey sonsuza dek değişecektir.
Filmde hoşuma giden bir diğer husus da, ölümden sonra hayata inanmayan insanlar için de bir açık kapı bırakıyor olması; benzer konulu filmler gibi öbür dünya mitini seyirciye filmin kaçınılmaz gerçeği olarak dayatmaması oldu. şöyle ki; kahramanımız George'un geçirdiği ateşli hastalık sonucu kazandığı gift -ya da lanet- dokunduğu kişilerin ölmüş yakınlarıyla bağlantı kurmak değil de; pekala kişinin ölen yakınına atfettiği duyguları zihninden çıkarıp okumak da olabilir. bunu düşündüren ilk şey, kızına tecavüz eden babanın çok üzgün olduğunu ve affedilmek istediğini söylemesi oldu. böyle bir şeyi yapabilecek bir insan pişman olamaz, af dilemez. ama kızı, incinmiş ruhunun derinliklerinde affetmek ve sevmek istediği babasını böyle seslendiriyor olabilir. sonrasında George'un okuma yaptığı herkes için de bu teorinin uygulanabilir olduğunu farkettim. eşinin ölüm ardından yeni bir hayata başlayabilmek isteyen Kristos okuma seasında eşinden müsade aldı; marie ölmeden önce kurtarmaya çalıştığı ama kurtaramadığı kız aklını meşgul ettiği için ölünce onu gördü; Marcus da metro patlamasında başına gelen olayı -bilinç düzeyinde olmasa da- kardeşinin onu koruyor olmasına bağlamış olabilir ve george bunu okumuş olabilir. akıp giden ve huzur veren bir film olmuş. Çok sevdim
Filmde hoşuma giden bir diğer husus da, ölümden sonra hayata inanmayan insanlar için de bir açık kapı bırakıyor olması; benzer konulu filmler gibi öbür dünya mitini seyirciye filmin kaçınılmaz gerçeği olarak dayatmaması oldu. şöyle ki; kahramanımız George'un geçirdiği ateşli hastalık sonucu kazandığı gift -ya da lanet- dokunduğu kişilerin ölmüş yakınlarıyla bağlantı kurmak değil de; pekala kişinin ölen yakınına atfettiği duyguları zihninden çıkarıp okumak da olabilir. bunu düşündüren ilk şey, kızına tecavüz eden babanın çok üzgün olduğunu ve affedilmek istediğini söylemesi oldu. böyle bir şeyi yapabilecek bir insan pişman olamaz, af dilemez. ama kızı, incinmiş ruhunun derinliklerinde affetmek ve sevmek istediği babasını böyle seslendiriyor olabilir. sonrasında George'un okuma yaptığı herkes için de bu teorinin uygulanabilir olduğunu farkettim. eşinin ölüm ardından yeni bir hayata başlayabilmek isteyen Kristos okuma seasında eşinden müsade aldı; marie ölmeden önce kurtarmaya çalıştığı ama kurtaramadığı kız aklını meşgul ettiği için ölünce onu gördü; Marcus da metro patlamasında başına gelen olayı -bilinç düzeyinde olmasa da- kardeşinin onu koruyor olmasına bağlamış olabilir ve george bunu okumuş olabilir. akıp giden ve huzur veren bir film olmuş. Çok sevdim